RUHUN kokusu !
‘Zihin fukara olunca, akıl ukala olurmuş’ derler ya..
İşte zihni de, o aklı da şöyle bir kendine getirmenin zamanı geldi de geçti…
Geçen bir kaç arkadaş sohbet ederken….
“Ruhunun klavyesi derin bir sessizlikte” diye takıldı.
Eeeee yazı işi bu..
Pat diye olmuyor ki…
Ama akla geldikçe küt diye gediğine koyuyoruz o ayrı.
Takıldım bende…
‘Önce kokusunu almalıyım’…
Ne ki bu?
Neyin kokusu?
Neyin dokusu?
Kerameti iki satır işte..
“yokkkkk” dedim.
Almalısın o kokuyu..
İliklerine kadar hissetmelisin..
İşte hissettiğin o an….
Başında söylediğim zihni de, aklı da anında yerine getirirsin…
Genelde toplum içinde…
Yüksek topuk sesine dönüveren bakışlar…
Parfüme odaklanan burunlar…
Her ne kadar çevirmesede yönünü ruhun kokusuna…
Yaşamın ibresini belirleyen şey aslında inadına odur…
Çarşıda pazarda satılmaz…
‘Gidip arayıp, bulayım’ demeklede olmuyor.
Bunun bileşenleri belli…
Bir parça insanlık, bir parça canlık…
Harmanla ikisini iç içe, bırak ıslansın…
Kat içine sevgini, al sana sonuç…
Şimdi diyorsunuz içinizden..
“ya öyle lay lay değil ki hayat!”
Yine bağladın çiçek böcek…
Elbette değil…
O kadar kolay olsa…
Çoğu becerirdi bunu…
Öz’ünde olmalı, mayasında yani insanın.
Boşuna mı demiş Can Yücel…
“İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri başka bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı…”
Haksız mı? Önce insan olacaksın, geç adamlığı madamlığı…
Herkes kendince çeker bu satırları bir yere…Ama ruh kokusunu saldığında…
Gelde kıskanma şairlerin babasını..
“Sevdiklerin kadar iyisin ..
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..”
Çevremizde onca kıçı gözü, kıçı başı oynayan varken…
Hep derim dokunma ruha…
Sonra klavye şövalyeleri bile kıskanır…
Teresa da ‘hani bana’ der durur…
Selda Ertürk
Uluslararası Hipnoz Eğitmeni-Uzmanı
Almanya